“Devrim önce kendi çocuklarını yer” diye bilinen bir söz vardır.
Partiler de öyle!
Bunun çok örneklerini gördük. Bunlardan biri de, çeşitli şekillerde önü kesilen, eziyet gören bendenizim. Hak, adalet, insan hakları, doğruluk, dürüstlük, çalışkanlığı, kamu hizmetinde hamallığı savunarak ve bu yoldan hiç dönmeyerek, istenmeyenlerden olduk. Son olmayacak örneklerden biri de Dilipak oldu.
Bilindiği gibi, geçtiğimiz günlerde A.Dilipak’a, herkesin malumu arızalı küçük; ama İstanbul Sözleşmesi ve maalesef son yıllarda kazandıkları dernekleşme hakları ile giderek cürmünden çok ses çıkaran çevrelere yönelik, yazdığı birçok yazıdan biri olan bir makalesi nedeniyle linç teşebbüsüne uğradı.
Hem de kendi kız kardeşleri, kız kardeşlerimiz, aynı kulvarda yıllarca beraber yürüdüğü, yürüdüğümüz, birlikte koşup terlediği, terlediğimiz, mahkeme salonlarında süründüğü, süründüğümüz, benimde elli yıldır beraber olduğum ve bizim alın terlerimiz üzerinde muktedir olan partinin hanım kolları tarafından.
Türkiye tarihinde görülmemiş kapsamda, 81 il de, bütün yurt sathında büyük bir gayretkeşlikle, topyekün bir birliktelik ve dayanışma ile. Müthiş bir cesaret ve kararlılık, kahramanlıkla! İnsanlığın kanser uru ziyonizme ve ürünü kapitalizme karşı yapılması gerektiği halde.
Bunu, küresel kapitalizmin; kadınları erkeklere ve ticarete meta, reklam, satış, gösteriş, teşhir, haz ve tat aracı haline getiren kadınları yapsaydı,
Dünyanın masonik, laik ve seküler çevreleri yapsaydı,
Dilipak’ın, yüzde yüz haklı ve aynı oranda katıldığım malum o “L” çevreler yapsaydı,
Ziyonist odaklar 81 ülke de harekete geçseydi, anlaşılır ve algılanabilir, beklenebilir, hiç de şaşırtıcı olmazdı.
Ama aynı aileden olunca, insan dönüp geçmişe bakmak, “elli yıldır bunun için mi uğraştık, bunlarla mı yürüdük” demekten kendini alamıyor, alamaz.
81 İlin hanım kolları kardeşlerimiz, aynı duyarlılığı, aynı birlikte hücumu, bu olayın milyon katı büyüklüğündeki zulümlere, D. Türkistan’da ki Çin mezalimine, Filistin, Kudüs, Gazze işgal, ilhak, katliam ve soykırımına, Karabağ’da ki Ermeni soykırımına, Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de, Libya’da, Arakan’da, Çeçenistan, Kırım, Kıbrıs, Lübnan, İran, Kafkaslar, Balkanlar ve birçok mazlum Afrika ülkesinde yapılan insanlığını en büyük ve en barbar mezalimlerine karşı veya ülkemizin içinde bulunduğu gerçek meselelere karşı yapmadı, böyle bir duyarlılık, bu çapta bir birliktelik gösterilmedi. Hiç gösterilmedi demiyorum. Bu çapta olmadığını ifade etmeye çalışıyorum.
Ne hikmetse bu meselede fevkalade bir direniş, duruş ve dayanışma içinde oldular!
Sn, Dilipak’ın, bırakınız kendi kız kardeşlerini, diğer akraba ve millet kardeşlerine bile hakaret etmeyeceğini, hedefinin belli olduğunu, kendisi de bu konuda defalarca açıklama yapıp, kastının kimler olduğunu beyan etmesine rağmen.
A.Dilipak’ın tenkit edilecek başka yönleri vardır ve olabilir. Ben de zaman zaman yalpalamalarından, tam bir Ömer duruşunda ayağını sabit tutmamasından mustaribim. Biraz da buna, dışlanma, yaftalanma ve her alanda kısıtlamaya duçar olacağı için mecburen bunu yaptığını düşünüyorum.
Ama bu konuda ve ekser yazdıkları konusunda yanında olduğumuzu, aynı şeyleri düşünüp dertlendiğimizi belirtiyor, tereddütsüz destekliyorum.
Hele İstanbul sözleşmesi ve türevleri konusunda derdimiz ve tepkimiz aynıdır.
Onun ifadesiyle “İstanbul Sözleşmesi, İstanbul depreminden çok daha tehlikeli ve yıkıcıdır” sözüne, ben bunu da az görerek “İstanbul Sözleşmesi Türkiye ve bütün dünyayı sarsacak şiddetli bir depremden çok daha tehlikelidir” diyorum. Daha kapsamlı ve doğru bir ifade ile “İnsanlığı yok edecek bir zelzele” olarak görüyorum.
Zira, insan tabiatına, fıtratına, yaratılış ve varolma gayesine taban tabana ters, insanlığın geleceğini yok edecek, aklı olmayan diğer canlılar aleminde bile görülmeyen bu gayri insani, arızi ve istisnai durumun, genele yayılmasını, genel ile aynı kategoride ve eşit görülmesini, aklıselim hiçbir kimse kabul edemez, etmez. İnsanlığın tamamı etmez, etmedi ve bir kısım ülkeler İstanbul sözleşmesini imzalamayarak veya çekilerek de bunu gösterdiler.
Hatta, bu arızi duruma duçar olan çevreler bile, oralarda bulunarak, ama karşı koyanlarla birlikte hareket edip, nasıl kurtuluruzun çaresini aramalılar.
Bir insan içki içtiği, kumar oynadığı veya cinsel haramlar işlediği halde, bunlarla mücadele edenlerle olmalı, yanlışı yaşadıkları halde, karşı olmalı, karşı olanlarla beraber mücadele etmelidirler ki, bu musibetten kurtarsınlar.
Tıpkı sigara içtiğimiz halde, Yeşilay’a destek verdiğimiz, vermemiz gerektiği gibi.
Herkesin ve hepimizin eksiklik ve hataları vardır. Bu düzen zaten günah düzenidir. GÜNÜMÜZ KAPİTALİST LAİK SEKÜLER ZİYONİST DÜNYASINDA, GÜNAHSIZ OLMA İSTİSNA, GÜNAHLI OLMA İSE GENEL OLMUŞTUR. Böyle bir şeytani ortam içindeyiz. Günah denizinde az ve ya çok yüzüyor, çamurlu yolda az veya çok mecburen çamurlanıyor, kurtaramıyoruz.
Ama bu günah içinde bile, günahı savunmamalı, ondan kurtuluşun çareleri aranmalı, arayanlarla beraber olmalıyız.
Bu nedenle ben hiç kimseye ve o çevrelere, “L” çevrelerine de hakaret hakkımız olmadığı kanaatindeyim. Çözüm sunmalı, onları dışlamanın değil, rehabilite etmenin yollarını aramalıyız. Bu çözüm de; her türlü pisikolojik, eğitsel, sosyal, tıbbi ve iktisadi desteklerle olmalı, ancak, olamayanlar için ise, kendi iç dünyalarında kalmalı, topluma örnek, teşvik ve normalleşme adına aleni hiçbir görünüm sergilenmemeli, bu şartla eşit haklar verilmelidir.
Tüm kötü ve zararlı alışkanlıklarda yaptığımız, yapmamız gerektiği gibi. Sigarayı bırak, bırakamıyorsan iç ama, bizim olduğumuz ortamda içme diyoruz. Aynı şeyi içki, kumar ve cinsel haramlarda da diyor, alenileşmekten, kamu alanlarından, topluma kötü örnek olmaktan ve bunu kanıksatmaktan uzak dur diyoruz.
Hakaret hakkını sadece kapitalizme, ziyonizme, küresel eşkıyalara, işgalci ve sömürghecilere ve yerli işbirlikçilerine yönelik saklı tutmalı, 83 milyon insanımızı kucaklamalı, kardeş olmalıyız.
Zerre kadar aklı olan hiçbir insan, hiçbir devlet kötülüğü savunmaz, normalleştirmez. Yargı, mahkemeler, cezaevleri , mektepler, hastahaneler ve rehabilitasyon merkezleri bunun için kurulmuş, bunun için ihtiyaç görülmüştür. Dinler bunun için vardır, bunun için gelmiştir ve son cihanşümul DİN/İSLAM bunu vazetmektedir.
Tarih boyu: “ Kötülüklere, kötü alışkanlıklara, engel olmayalım, diğer insanlarla eşit olsunlar, bırakalım ne yaparsa yapsınlar” denmemiştir. Bütün insanlığı tehdit edecek, insani vasıf ve erdemlerden, işlev ve görevlerden alıkoyacak, nesli sonlandıracak ve insanlığın kıyameti olacak bu konu da ise hiç demez, demeyecek ve dememelidir.
Bendeniz Sn. Dilipak’a yapılan bu linçten vazgeçileceğine, beraber olduğumuz hanım kardeşlerimizin davalarını geri çekeceklerine, aklıselimin galip geleceğine, bir anlık yanlış anlama ve öfkenin, ya da zaman zaman haklı tenkitlerine tahammül edemeyenlerin onu susturma, biat ettirme, uslu çocuk yapma arzularının eseri olduğuna inanıyor, kendi çocuklarını ve tüm millet çocuklarını yeme hatasına düşmeyeceklerine güveniyor, güvenmek istiyorum. KADEM’i de; çizgisini yeniden gözden geçirmeye, İslam ile feminizmi, modernizmi, küresel kapitalizmi yan yana getirmemeye, entegre etmemeye çağırıyoruz.
Aksi takdirde, kendi ayağına sıkma olacağı ve en çok zararı Dilipak değil, bütün bir çevre göreceği bilinmelidir.
Ömrünü İslam’a, insan haklarına, hukuka, adalete, ahlaka harcamış bir düşünce insanına bu zulüm yapılmamalı, tenkitlerine, hayırlı ve doğru eleştirilerine devam ettirilmeli, tenkit edenler değil, etmeyenler, susanlar, yağcılık ve yalakalık yapanlar, kasa-masa ve nisa için uğraşanların dışlanması yoluna gidilmelidir.
Bu durum tüm partilerimiz ve tüm oluşumlar için geçerlidir, geçerli olmalıdır.