Kolombiyalı büyük yazar Gabriel Garcia Marquez’in meşhur kitabı “Kırmızı Pazartesi”yi bilhassa edebiyat tutkunları iyi bilirler…

Kitap; işleneceğini herkesin bildiği ancak engel olmak için kimsenin bir şey yapmadığı bir cinayeti konu edinir…

Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi (SUBÜ) Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Naci Çağlar’ın yaklaşan depreme yönelik açıklamaları karşısında aklıma bu kitap geldi…

Elazığ’daki deprem sonrası incelemelerde bulunup bunu bir rapor halinde bir basın toplantısıyla duyuran Prof. Çağlar’ın ilimize yönelik sözleri karşısında Kırmızı Pazartesi’yi bekler gibi hissettim kendimi…

Prof. Naci Çağlar birçok ilde deprem senaryoları yapıldığını, Sakarya’da ise halen böyle bir çalışma olmadığını söyledi...

Olası bir depremde hasarın ne boyutta olacağının, hangi mahallenin, hangi sokağın nasıl bir tehlike taşıdığının ortaya konulması gerektiğini belirtti…

67 depremini yaşayan binaların 99 depreminde yıkıldığını söyleyen Prof. Çağlar, 99 depreminde yıkılmayan ve 99 depremi öncesi inşa edilen tüm binaların benzer riski taşıdığını vurguladı…

Ve bu şekilde tehlike arz eden 20-25 bin binanın varlığından bahsetti…

Bu açıklamalar karşısında dehşete düşmemek mümkün mü Allah aşkına!

Tüm bu uyarılar neticesinde hiçbir şey yapmamak ve de hiçbir önlem almamak işleneceği bilinen bir cinayete sessiz kalmak değil de nedir!

Burada tek sorumlu devlet yetkilileri de değil ayrıca…

Biz vatandaşlar da kusurlu ve sorumluyuz…

Birçoğumuz göz göre göre, sonunu bile bile bu evlerde oturmaya devam ediyoruz…

Basiretimiz mi bağlanıyor, nutkumuz mu tutuluyor, aklımız mı çalışmıyor bilemiyorum…

Bile isteye bu çok katlı, deprem görmüş binalarda ikamet etmeye devam ediyoruz…

Kimse bize engel olmuyor!

Suyumuzu, elektriğimizi, doğalgazımızı kesmiyorlar…

“Bak kardeşim senin oturduğun bu bina 99 depreminden önce yapılmış, bu bina olası depremde büyük risk taşıyor” da demiyorlar…

Kaldı ki deseler bile fayda etmiyor…

Kimimizin işine gelmiyor, kimimiz konforundan vazgeçmiyor, kimimizin başka bir yere taşınmaya gücü yetmiyor…

Öyle veya böyle bütün bir şehir oturmuş olası bir depremdeki akıbetimizi bekliyoruz…

Ne diyelim artık:

Allah sonumuzu hayır etsin…

KONGRE DEDİĞİN İŞTE BÖYLE YAPILIR

Cumhuriyet Halk Partisi’nin sonucu merakla beklenen kongresi iki günde tamamlandı…

Neden iki günde; çünkü seçim çarşaf listeyle yapıldı, haliyle oy sayım işlemi de uzun sürdü…

CHP’li delegeler hür iradeleriyle kimleri başkan, yönetici ve kurultay delegesi görmek istiyorsa onları seçtiler…

Üç aday son derece demokratik bir ortamda kozlarını paylaştı…

Neticede her adayın listesinden başka başka isimler tek bir listede bir araya geldi…

Böyle bir kongreyi Sakarya’da hangi parti yapabilir?

Çarşaf listeyi de geçtik iki veya çok adaylı kongreyi kaç parti yapabilir?

Örneğin AK Parti’de böyle bir kongre yapmanın imkânı, ihtimali var mı?

Genel Merkez onay vermeden aday dahi olamazsınız!

MHP ve İYİ Parti’de Genel Merkez’e veya bir Genel Merkez yetkilisine adeta bayrak açarak herhangi bir aday yarışa girebilir mi?

Girse bile kazanabilir, kazansa bile görevde kalabilir mi!

Saadet Partisi’nde genel başkanın da üstündeki o meşhur seçici kurulun onayı olmadan herhangi bir il başkanı göreve gelebilir mi?

Bu itibarla gerçek manada bir demokrasi şölenine imza atan CHP’lileri alkışlıyorum…

Girdiği her kongreden bir şekilde zaferle ayrılarak il başkanı seçilen Ecevit Keleş’i de tebrik ediyorum…

Kongrelerinde başkan seçilememelerine karşılık delegenin teveccühü ile kurultay delegesi olan Reyhan Şahin ve Fatma Kurtuluş’u ve böylesi bir kongrenin yapılmasına ön ayak olan eski İl Başkanı Erdoğan Isır’ı da ayrıca kutluyorum…

CHP kim ne derse desin tüm Türkiye’ye, hatta yer yer de kendi Genel Merkezi’ne “kongre nasıl yapılır” göstermiş oldu…

BİR ŞEYİ 40 DEFA SÖYLERSEN OLURMUŞ

Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem Yüce, göreve geldiği günden beridir raylı sistem taşımacılığını dilinden düşürmüyor…

Hatta göreve gelmeden, adayken de hedefi bu yönde koymuştu…

Önce kendi ekibini toplayıp istişare yaptı, bir önceki yönetimin çalışmalarıyla ilgili bilgi aldı…

Sonra Güney Kore’ye gidip çeşitli incelemeler gerçekleştirdi…

Daha sonra bu konuda alanında uzman kişileri makamında ağırladı, bir de onları dinledi…

Geçenlerde de kurmaylarını toplayıp Bursa’ya gitti ve orada yapılan bu yöndeki çalışmaları yerinde inceledi…

Sakarya’nın en büyük ihtiyacı olan raylı sistem taşımacılığı konusunu hiçbir şekilde gündeminden düşürmedi…

Açıkçası Ekrem başkanın bu konudaki azmi ve sözleri, vatandaşların da beklentisini artırıyor…

Sürekli “Raylı sistemi Sakarya’ya getireceğim” demesi, benim gibi birçok insanı umutlandırıyor, heyecanlandırıyor…

Belediye gırtlağına kadar borç içinde…

Ha keza gelirleri de bir o kadar yetersiz…

Gelirlerden yapılan kesintiler ve borç ödemeleri de cabası…

Personel giderleri de gitgide artış gösteriyor…

Ülkenin ekonomik durumu da ortada…

Bu ahval ve şerait içerisinde her şeye rağmen “Raylı sistem” hususunda ısrar ediyorsa ve “Bu işi yapacağım” diyorsa bir bildiği vardır muhakkak…

Bir şeyi 40 defa söylersen olur derler…

Haydi hayırlısı…

SİYASİ ÜSLUP GİTGİDE SERTLEŞİYOR

Ülkemizde siyaset dili ve üslubu her zaman sert olmuştur, olmaya da devam ediyor…

Taraflar birbirlerine demediklerini bırakmıyor…

Haliyle bu söylemler de ortamı geriyor, ülkeyi ve insanları kutuplaştırıyor…

Bu zehirli dil son zamanlarda ilimize de sıçramış görülüyor…

Bilhassa siyaseten barış iklimine sahip olan ilimiz bu özelliğini kaybetmeye başlıyor…

Büyükşehir Belediye Meclisi’nde bilhassa CHP’li üye Şaban Koludra ile Başkan Yüce ve diğer AK Partililer arasında zaman zaman sert tartışmalar yaşanıyor, tansiyon yükseliyor…

AK Partili Ali İhsan Yavuz ve CHP’li Engin Özkoç da sık sık polemiğe girmeye başladı…

AK Partili teşkilatların ve belediyelerin Özkoç hakkında suç duyurusu hazırlığına girmeleri bu işin parti tabanlarına da yayılacağını gösteriyor…

Benzer bir polemik bir ara da MHP’li Levent Bülbül ile İYİ Partili Ümit Dikbayır arasında ve bu iki partinin tabanında yaşanmıştı…

Siyasette bu tür tartışmalar her zaman yaşanır ancak bu tartışmaların dozunu ve söylemlerin tonunu iyi ayarlamak gerekir diye düşünüyorum…

Sakarya’da zaten herkes birbirinden nefret ediyor ve de kimse kimseyi sevmiyor…

Bir de siyasiler olarak sizler ateşe benzin dökmeyin!