Sevgili okurlar,
Her sabah, yeni bir güne ‘merhaba’ derken ve güneş ufuktan batarken, yeni, yeni sorunlar ile irkiliyor, ‘ne olacak bu memleketin hali’ demekten kendimizi alamıyoruz!?
Türk Milleti’nin son sığınağı olan anavatanımız Türkiye’de olup bitenler, elbette yurt dışında yaşayan hemvetenleri de yakından ilgilendiriyor..
Daha önceki yazılarımda da bunu itiraf ettim..
İstanbul’a kar yağsa, Berlin, Münih, Brüksel, Paris ve Landra’da yaşayan Türk kardeşim üşür.
Hatta, İstanbul’a yağmur yağsa, biz Brüksel’de şemsiyelerimizi açarız..
Böyle bir şeydir vatan sevgisi, bayrak ülküsü, Türklük şuuru…
İri, diri ve bir olmanın anlamının şifreleridir bu!
İri, diri ve bir olmak…
Kuru bir söz değil bu, yılların süzgecinden geçen kelimeler..
İri, diri, bir olmak..
İşte  ‘Fırat Kalkanı’ ve ‘ Zeytin Dalı’ adını verdiğimiz askeri operasyonlar sonrası ‘ iri, diri ve bir olmak’ daha da büyük önem arzediyor..
Ama içte ve dışta gittikçe ayrışan insanımız, gelecek açısından endişe dalgaları yaymaya devam ediyor..
Bunun son örneği, sınır bölgesine yapılan bir ziyaret sonrası yaşanan tartışmalardır..
İlgilisi, ilgisizi, ama herkes kıyısından, köşesinden tartışma yangınına bir odun atıyor ve ateş gittikçe büyüyor!
Siyasetçiden daha fazla siyasetçi, sanatçıdan,daha fazla sanatçı, askerden, daha asker olanlar, bu yangına körükle gidiyor..
İşte o zaman,’ iri, diri, bir olmak’ olgusu param parça ediliyor!..
Korku ve endişe yürekleri kaplıyor..
İşte son Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’ndeki olaylar, bize 12 Eylül 1980 öncesini hatırlattı..
Ne oluyor kuzum!?
Kim FETÖCÜ, kim TAYYİBCİ?
Öyle ya, ‘kim sağcı, kim solcu’ olgu durağına geri mi döndük?
Allah korusun!
Kim ister o çetrefilli, ölümlü, karmaşa yıllarına dönmeyi?
Kim ister, kardeşlerinin birbirlerine silah çekmesini, üniversiteleri yangın yerine çevirmeyi?
Lütfen sağduyu!
Lütfen itidal!
Şurada bir sınır bölgesine gidildi..
Adı üzerinde moral ziyareti..
Yönetici, idareci, görevli, görevsiz, sanatçı birliktelik yaptılar ve o bölgeye gittiler..
Hoşgörüye, toleransa ne oldu?
Şarkılar, türküler, selfiler, resimler, klarnetli şovlar!..
Ülkenin bu halleri de böyle güzel işte!
Hani diyordu ya şair, ’acı var mı, acı’ diye?
Ah o ateşin düştüğü ocaklar, yürekler, kırılan, ayrılan yürekler!…
O yoksul evlerden çıkan şehitler, gaziler, aslanlar, kaplanlar, Mehmetler…
‘Onların hikayeleri yerine, bizlere Hülya Koçyiğit, Yavuz Bingöl, İbrahim Tatlıses ve diğerleri dayatılıyor ya, ağrıma gidiyor işte bu durum’ diyenlerin sesini duyar gibiyim..
Maalesef vatanda, bu hallerde var!
Dert etmemek, ders almak gerek!
Düşman uyumuyor, boş durmuyor, birbirimize düşmemek, dayanışma içinde olmak, kenetlenmek gerek!
Bu tür sorunlarımızı buzdolabına koymak, uzlaşmak, Afrin’de, İdlip’te, diğer cephelerde iri, diri, bir olmamız gerek..
Zaman bunu dayatıyor..
Anlıyormusunuz?
İri, diri, bir olmak!...

***
Sevgili okurlar,
Değerli dostum, Sakarya’nın değerli eğitimcisi, gazetecisi, yazarı, bilge insanı, sevgili dostum Abdullah Çelik’in vefatını büyük üzüntü ile öğrendim..
Öncelikle Ailesi, sevenleri ve dostları ile basın mensubu arkadaşlarımın başı sağolsun!
Allah gani, gani rahmet eylesin!
Mekanı cennet olsun!
Son buluşmamızda sevgili Fahri Tuna ile birlikte ziyaretine gittik..Bir çay içimi sohbetimiz oldu..Sakarya’yı konuştuk, dünü, bugünü ve Sakarya’yı..
Gözleri gülüyordu..Nasıl da heyecanlı, müzeye dönmüş, gazetelerin büyük bir itina ile tasnif edildiği odasındaki sohbetimiz bitmesin istiyorduk..
Sevgili Fahri Tuna’dan bir kitap sözü aldı..Gözleri yaşardı..Bana baktı ve ‘Yusuf kızın evleniyor, bu hediyeyi ona götür’ dedi..
Baktım, bir Kuran-ı Kerim..
Son derece duygulandım.. Elini öptük, gözlerimiz nemli ayrıldık..’Ya nasip, bir daha buluşmaya’ dedik, ya nasip!
Sonra yoğun bakımda olduğunu öğrendim..Bendeki telefonunu açtım, muhterem oğlu çıktı telefona,
’ Yusuf Bey, babam, yoğun bakımdan çıktı, tekrar rahatsızlandı, yoğun bakıma kaldırdık..Senin aradığını söylerim’ dedi..
Kısmet olmadı elbette!
Belli ki, bu yaz buluşamayacağız.. Şen şakrak, emekli öğretmen arkadaşlarına, gazeteci dostlarına takılmalar, gülüşmeler artık hatıralarda kaldı..
Sevgili Abdullah Çelik Hoca, Sakarya’da ‘iri, diri ve bir’ olmanın harcı, tuğlası ve rehberi idi..
Herkesle konuşur, herkesle muhabbetti olur, ama kimsenin kalbini kırmaz ve fikirlerine saygı gösterirdi..
Sakarya’nın merkezinde, şemsiyeli park yanında bir dost, Çek İş Hanı’nda ki adreste arkadaş, bir gönül eri, Türkiye sevdalılarından biriydi Abdullah Çelik Hoca!
Güle, güle dost, seni unutmak olmaz!
Mekanın cennet olsun!