Evet, şehrimiz farklı etnik kökenden insanların huzur ve barış içinde yaşadığı bir şehir…
Evet, İstanbul-Ankara-Bursa gibi metropollere yakınlığı büyük bir avantaj…
Denizimiz var, gölümüz var, nehrimiz var, hatta longozumuz bile var…
Birbirinden güzel yaylalarımız, tarihi ve turistik ilçelerimiz var…
Ama bizim insanımızın da kendine has bazı özellikleri var…
Dedikodu gıybet yapmayı, fitne fesat çıkarmayı çok seviyoruz…
Hiçbir şeyden memnun ve mutlu olmuyor, her şeyi eleştirmeye bayılıyoruz…
Sinir katsayımız bir hayli yüksek…
Kimseyi bulamasak kendi kendimize öfkeleniyoruz…
Bir şekilde bir yerlere gelmiş insanları paçalarından tutup aşağıya indirmeye çalışıyoruz…
Sevmiyoruz birbirimizi, tahammül edemiyoruz...
Hep bir çekememezlik, hep bir insan beğenmeme!
Belki Türkiye’nin her ilinde vardır böylesi insanlar…
Sadece bizim şehre özgü özellikler değildir bunlar…
Haksızlık da yapmak istemem…
Ama ben gördüm göreli, bildim bileli bu şehir insanı böyle…
Kısa yoldan köşeyi dönelim derdindeyiz…
Birilerine, bir yerlere yamanıp işimizi görelim istiyoruz…
Her işimiz hesapla kitapla!
Mır mır mır konuşarak insanları harcamaya, sürekli dır dır yaparak ömrümüzü tüketmeye gayret ediyoruz…
Kendimi bildim bileli böyle…
***
Geçen bir siyasetçiyle telefonda konuşuyoruz…
“Yahu şu sizin medyada da herkes birbirine düşman. Ne kadar zor adamlarsınız” dedi…
Doğru söyledi…
Kimse kimseyi sevmiyor, herkes birbirinden nefret ediyor bizim camiada…
Herkes birbirine bir kulp takmanın derdinde…
O şunun adamı, bu bunun maşası, şu şunun tetikçisi lakırdılarının sonu gelmiyor bir türlü!
Sen şuradan malı götürdün, sen buradan voliyi vurdun; muhabbetler hep bu yönde…
Peki, medyası böyle de siyaseti farklı mı bu şehrin?
Siyasette de hep bir kuyu kazma, hep bir arkadan iş çevirme yok mu!
Aynı partinin insanları birbiriyle ölesiye çekişmiyor mu!
Herkes birbirinin paçasından tutup indirmeye çalışmıyor mu!
Her parti kendi içinde dönen dedikodulara, kendi içindeki hiziplere bir son verse siyasete de bir düzey ve seviye gelir…
Hiçbir partinin kendi partilileri kadar muhalifi yok inanın…
Ne yapıyorlarsa yine kendileri kendilerine yapıyor…
Durum bu maalesef…
Medyada da, siyasette de hep bir kör döğüşü!
***
Kazananı olmayan savaşlar sürüp gidiyor biteviye…
Bu şehir kısır ve sonu gelmeyen tartışmalarla, kendi içindeki çekişmelerle insanlarını ve de enerjisini tüketiyor…
Başta da beni tüketiyor!
Şimdi diyeceksiniz ki madem bu kadar tükendin çekip gitsene bu şehirden!
Tamam gideyim de nereye gideyim!
Evim barkım işim, eşim dostum ailem burada…
Mezarlarımız burada…
Hatıralarımız burada…
Öyle veya böyle kök salmışız bu toprağa…
Nereye gidelim!
Yine diyeceksiniz ki madem o kadar dertlisin işini değiştir, medya dünyasından uzaklaş…
Onu da hep istedim ama maalesef başaramadım…
Ömrümde sadece bir kez, o da siyasetin dışında olan bir insandan yardım istedim bu konuda lakin muvaffak olamadım!
Sahnenin tozunu bir kere yuttum ve hiçbir zaman çıkış olanağı bulamadım…
Örümceğin ağına takılı vaziyette yaşayıp gideceğiz artık hem bu meslekte, hem de bu şehirde…
Ama bazı şeyleri değiştirmenin insanların elinde olduğu da bir gerçek…
Örneğin ben artık hakkımda yazılan yazılara, yapılan yorumlara çok fazla takılmayacağım…
Aleyhimde ne yazılırsa yazılsın, ne söylenirse söylensin karşılık vermeyeceğim…
İnsanlar kendilerini bir güzel parlatsın, dilerlerse benim üzerimden prim de yapsınlar ama ben bu oyuna gelmeyeceğim!
Hiç unutmuyorum; yine vakti zamanında bir medya savaşında canhıraş bir şekilde mücadele verirken, yazı üstüne yazı yazarken, tweet üstüne tweet atarken, çok büyük saygı duyduğum bir ağabeyim, “Kendini yorma boşuna” demişti bana…
“Oğlum bu şehirde 40 kişiyiz biz. Birbirimizi biliriz. Kim ne yapar, kim ne eder hepsini biliriz. Şehirde kimin ne karşılığı var? Kimlerin arkasında hangi isimler var? Kimler kimleri kullanıyor, kimler kimlerle hareket ediyor? Kim nereden nereye gelmiş, nasıl gelmiş… Herkes, her şeyi bilir. Şundan hiç şüphen olmasın ki bu şehir herkesi çok iyi tanır” demişti…
Yerden göğe hakkı var!
Biz 40 kişiyiz…
İyi bilir, iyi tanırız birbirimizi…