Bizim mesleğin emektarlarından, gönül insanı, sevgili Fatma Onay Sak’a ve onun gibi hastane köşelerinde şifa bekleyen tüm hastalara Mevla acil şifalar versin isterim…
Kanser denilen illeti yüksek moraliyle kısa sürede atlatacağına inandığımız Fatma bacı hastanede yaşadığı dramatik bir olayı yılların tecrübeli gazetecisi olarak o kadar net ve anlaşılır şekilde dile getirmiş ki istedim ki onu sizlerle paylaşayım…
Okuyalım dertli kalemi önce, sonra diyelim son sözümüzü…
“Bir yıldır onkoloji kanser hastasıyım. Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi araştırma hastanesi gerek Korucuk gerekse merkezde tedavilerim hakkıyla yapıldı ve halen sürüyor.
Ben gazeteciyim, doktor kızı ve ablasıyım. Son zamanlarda meslektaşlarım tarafından hastanelere karşı yargılama ve yargısız tek taraflı, infaz yapılıyor. Siz ne istiyorsunuz hastanelerden, ne istiyorsunuz hekimlerden. Yeter artık. Ateş düştüğü yeri yakar.
Siz kanser hastalarını kullanarak haber yapmayı bırakın. Sizler, altı ay boyunca, 16 kür, o koltuklarda, dört saat oturun, damardan alın kırmızı serumları o vakit anlarsınız o hizmet edenlerin halini ve bizi.
Bir yıl onkoloji bölümü kemoterapi servisinde tedavi aldım. 16 kür, üç saat ya da dört saat koltuklarda oturdum. Kimi gezdim, kimi hastalarla sohbet ettim.
Tuvaletlere gelince sık sık gittim. Tuvaletler kilitli değil, uydurmayın Allah aşkına, kul hakkına girmeyin.
Bayanlara iki tane içerde, erkeklere iki tane tuvalet var. Dışarda ise yine bayanlara bir, erkeklere bir adet tuvalet var.
Üstelik sabahtan akşama kadar çalışan iki hizmetli kardeşimiz var, sürekli temizleniyor.
Haaa bazı hasta yakınları; maalesef maalesef içerdeki tuvaletleri değil, dışarıdaki tuvaletleri kullanırken inanın yere işiyorlar.
Hastaneler ve tuvaletler hasta yakınları tarafından pisletiliyor.
Gözümle gördüm ve birini uyardım; "Siz ne yapıyorsunuz” deyince suratı kızardı. Bana; "Herkes giriyor ya, hastalar oturuyor ya, bulaşmasın" demez mi! Yuh abla kanser bulaşıcı değil, senin yaptığın iğrençlik, sen bize mikrop bulaştıracaksın, yere işemek de nedir” dedim. Abla mahcup ve özür dileyerek çıktı.
Bunu, görevlilere abla daha fazla rezil olmasın diye göstermedim. Sadece temizlik yapanlara; "Hasta galiba oturacağı yere oturmadı, yere işemiş, size zahmet olacak temizler misiniz" dedim ve ben tuvaleti öyle kullandım.
Bir kere kemoterapi servisi beş yıldızlı otel gibi…
Deri koltuklar, sular, yiyecekler orada duruyor. İsteyen su içsin, yesin diye. Tüm hasta yakınları, sevabına su, ayran ,tuzlu çubuk kraker gibi şeyler getirip dağıtıyor.
Ben... Şu an halen onkoloji kemoterapi bölümünde hastaları ziyaret ediyorum, sohbet ediyorum gazeteci olduğumu söylüyorum. Benim kanser olduğumu da biliyorlar. Onlara su veriyor, moral veriyorum.
Çalışanlar güler yüzlü, bir o kadar da nazikler. Hastaların bir çoğunun bağırmasına rağmen… Niye bağırıyorlar onu da diyeyim.
Kemoterapi cihazı yani serum alıyoruz ya kolumuza takılıyor o cihazlar. Akıllı insanlardan daha akıllı. Serum bitince ya da seruma hava girince alarm veriyor. Hemşireler pire gibi herkese yetişiyor.
İşte tam bu sırada; hastalar bildikleri halde “hemşire, hemşire!” yani isimlerini de yazmak istemiyorum. Hepsinin ismi ile bağırarak çağırıyorlar. Halbuki cihaz öter ve bir sıkıntı olmaz, iki saniye içinde melek gibi kızlarım bakıyor. Ben de aynı şeyi yaşadım. Bitince alarm çalıyor ama bir kere bağırmadım kızçelerime.
Doktorlar ha keza öyle. Hastaları ile tek tek öylesine ilgileniyorlar ki, sıra bekleyen sabırsızca sırasına beklemeden içeri dalana kadar.
O kadar olumsuzluklar olsa ben görürdüm.
Haaa.... Radyoterapi ışın tedavi bölümüne gelince. Evet bir cihaz var. Orada vardiyalı çalışan kardeşlerimiz, evlatlarım var. Yazık günah kul hakkı yaptığınız, ben onlar adına size hakkımı helal etmiyorum.
Otuz gün ışın tedavisi aldım, bir kere arıza yaptı. Lakin mühendisler anında gelip, on dakika içinde cihaz onarıldı.
Kolay mı o koca makina, ahtapot gibi, sabah saat erkenden, gece bire kadar ışın tedavisi yapılıyor.
Bir de o çalışanları düşünün, gecenin birinde taksi tutup eve gidiyor birçoğu. Kız ve erkek kardeşlerim.
O kadar çok hasta var ki, her gün de kanser vakaları artıyor. On tane cihaz da olsa yetmez. Bolu, Düzce, Zonguldak buraya geliyor.
Işın alırken yatıyorsunuz, özel bir önlük ile kıpırdamadan on dakika. En kısa ise beş dakika sürüyor. O da hastanın durumuna bağlı. Bir çok hasta rahat durmuyor, kıpırdıyor, ofluyor pohluyor. Eeeee ne oluyor? Dışarda bekleyenlerin sırası doğal olarak uzuyor. Ben aynı şeyi, yani hatayı yaptım. Sürekli kıpırdadım yarım saat sürdü kızların benimle uğraşması. "Abla ne olur kıpırdama, makine okumuyor" dediler. Sonra alıştım.
Beş dakika sürdü. Tedavime tam otuz gün her akşam gittim. Kimi onda, kimi on ikide eve geldim.
Siz sevgili meslektaşlarım hastanelerle ve doktorlarla bu kadar uğraşacağınıza, ortalık zehir kaynıyor, kansere sebep olan yiyecek-içecek ve ilaç firmaları ile uğraşsanız, hastalık bu kadar artmazdı. Bırakın demagoji yapmayın artık.
Yapmayın...
Bir gün size de lazım olur. O kötü dediğiniz ve yıprattığınız hastaneler, doktorlar…
Siz böyle yaptıkça hekimlere şiddet artıyor...
‘Şikayet var yazıyoruz’ diyeceksiniz, o şikayet edenlerin biliyorum.
Durun bakalım onları da yazayım.
Dün hastanedeyim. Mamografi çekilecek Korucuk’ta.
İyi okuyun.
Bir karı koca geldi. Ben sıra almışım. Sıramı yarım saat büyük bir sabırla bekliyorum.
Hanım sıra almadan gir içeri, artık ne olduysa bir bağırış, ben müdahale ederek; "Lütfen bağırmayın, sizin sesinizden ben rahatsız oldum. Kocası mamografi çeken kızın üzerine yürü. Ben yine; 'Ne yapıyorsunuz. Siz iyi misiniz. Nedir konu da bu karar öfkelendiniz' dedim.
Başka randevusu varmış öncelik istiyor yani; "Siz bana sordunuz mu? Ben ve buradaki hastalar izin vermiyor. İçeri giremezsiniz" deyince.
'Şikayet edeceğim, sizi şikayet edeceğim' diyerek bağıra bağıra başhekimliği gitti.
Abla ben gazeteciyim. Bana şikayet et dedim. Ama sen hatalısın, içeri girmeye ben izin vermiyorummmm kusura bakma dedim.
Abla bak! Başka randevunu, kaçırsan da gidersin rica edersin hemşireler seni alır zaten, randevulusun.
Ben iki gün arayla senin gibi bir olay yaşadım. Senin yaptığını yapmadım, rica ettim kızlar hemen aldılar. Bu nedir böyle ortalığı birbirine katmak çok ayıp.
Lütfen yapmayın; Hastaneler ve doktorlar bizim canlarımız. Bir yıl sultanlar gibi bakılıyor ve ağırlanıyorum.
Biraz tatlı dil, güler yüz, her kapıyı açar. Cihazlar Allah yapısı değil, kul yapısı. Bakın bizler, sizler de arızalıyız di mi di mi...
Allah hepimize ve herkese önce akıl, sonra ruh, beden sağlığı versin.
20 yıl önce bu kadar hizmet de yoktu, nankör olmayın lütfen...
Yollarda ve sıralarda insanlar ölüyordu.
Sabahın beşinde eski SSK’ya gidip haber yaptığımız günler oldu. Ne çabuk unuttunuz.
Ben unutmadım! Kanser olan annemi Sopalıya götürüp de akşama kadar orada kalıp akşama eve döndüğüm günleri.
Ben unutmadım! Annemin, serumunu yani kemoterapi serumunu hemşirelerin duvara çiviye astıkları günleri...
Ben unutmadım! Annemi tuvaleti gelince, kolunda serumla başka bir prefabrikten, başka bir prefabrike tuvalete götürdüğüm günleri...
Hasta olup, ameliyat olabilmek için torpil yaptırıp kedi gibi doktorlara eğilenleri de unutmadım.
Hekim olan kardeşim yıllardır doğuda... Batıya sizin gibiler yüzünden gelmek istemiyor. Çünkü doğunun insanı, batı insanı kadar nankör değil. Orada halk el üstünde tutuyor.”
İşte böyle gündeme taşımış figanını Fatma bacı…
Realist açıdan hastaneler konusunda devlete ve kuruma hakkını teslim eden bir anlayışı dile getiren Fatma Onay Sak ve benzer durumdaki tüm hastalara yüce Mevla’dan bir kez daha şifa dileğiyle Bizim Bahçe’den bolluk ve sıhhat anlamına gelen “Papatyalar” gitsin istedik…