Kader diye bir şey var. Kimilerine göre salt rastlantı (!) Biliyorsunuz, Başbakanımızla son Afrika seyahatinde, camide karşılaşmıştık. Yeni Sakarya’da, “Camideki Başbakan” başlığıyla yazdım o karşılaşmayı. Daha önce de “Kur’an Okuyan Başbakan” yazısıyla, hükumetin, yerel yönetimlerin icraatlarından yola çıkarak yaptığımız eleştirilerin ötesinde “Başbakan”dan ne beklediğimizi, Erdoğan’ı ve hizmetlerini nasıl algıladığımızı anlatan yazılar onlar.
Yerelde de en kötü örneklerini gördüğümüz, vıcık vıcık yağdan geçilmeyen dalkavuk yazılarının en kötü tarafı boşu boşuna nefret uyandırması, yanlış tarafı da hükumetin ya da Başbakanın buna gerçekten ihtiyacının olmayışı. Gel de anlat.
Biz, doğruları alkışlamaya, eksikleri gösterip hatalar için de uyarmaya, devam edeceğiz. Örneğin, nefret suçlarının, fuhuş suçlarının, uyuşturucu kullanımı ve bağlı suçların artışı, dindar nesil yetiştirmek istediğini söyleyen iktidarın yumuşak karnı. Geçtiğimiz sene, AİHM'de en çok ihlal yapan ülkeler sıralamasında Türkiye, Rusya'dan sonra ikinci sırada mesela. İyi mi? İhaleye fesat karıştırma suçunun cezasını hafifletmek iktidarın itibarını hafifletmek değil midir? Yeni Anayasa konusundaki beklentimiz ve uyarılarımız da bu minvalde değerlendirilmeli. Bakın Çözüm Süreci ile ilgili nasıl destek aldı hükumet.
Haa, bakan bey kanserli kıza para vermiş, o da almamış, hastayım, dilenci değilim, demiş. Tamam, keşke para vermeseydi. İletişimciler ne diye var, not alın arkadaşlar dersin geçersin, doğru ama dünyanın sonu da değil bu. Hepimiz bakan beyin kötü niyetli olmadığını sadece iletişim hatası yaptığını görüyoruz. Zeki Toçoğlu da belediye otobüslerinin plakasına ZT diye adının baş harflerinin yazılmasını cezalandırmadı. Ne yapalım? Üslubunun sert olduğunu söyledik defalarca. Tercih onun tercihi. Orhan Cami meydan düzenlemesinin iyi olmadığını, o direklerin ve aydınlatmanın oraya yakışmadığını, parkın Hristiyan mezarlığına benzediğini, yanı başındaki Uzunçarşı’nın kaçak kat cenneti olduğunu yazdık. Necati Mert’e giydirdikleri cübbeyi de eleştirdik. Hakkımız.
Geçenlerde Eczacı Engin Gündoğar’ın kapısının önünde laflıyoruz. Gar Meydanı iyi olmuş. Oturma grupları hariç. Zemini su toplanmasın diye eğimli yapmışlar ama biraz abartmışlar, kayak pisti eğimine yakın olmuş. Oturma guruplarının yükseklikleri de felaket gerçekten. Engin’e kaldırımlardaki sarı yol bantlarını göstererek, bu ne dedim? İstanbul’da falan yok ya, ne bilelim. “Görme engelli vatandaşlarımız için” dedi. “Sen bilmiyorsun, burada yaşamadığın için farkında değilsin, Adapazarı çok ilerledi. Sen hakkını yiyorsun, Zeki Toçoğlu çok çalışıyor.” dedi. “Hah” dedim. “Ben de bunu diyorum zaten. Adapazarı’nı körlerin yaşayacağı bir şehir haline getirdi Zeki Toçoğlu.”
Bu kadarcık espri olmasın mı? Bunları yazmak, Ak Parti’nin, dolayısıyla Başbakan Erdoğan’ın doğrularını, ufkunu, gayretini hiçe saymak anlamına mı geliyor? Bakın, Prof. Dr. İbrahim Öztürk, Zaman’daki köşesinde dün neler yazdı:
“AK Parti ülkeyi 10 yıl önce bir iktisadi, siyasi ve toplumsal krizin dibinden devraldı. Ülke adeta bir kayyuma devredilmişti… // Peki, büyük resim bugün ne diyor? AK Parti döneminde ekonomi her yıl ortalama % 5,5 oranında büyüdü. Bu, dönemsel olarak reel bazda % 60 büyümeye tekabül ediyor. Buna rağmen ülke borçları büyük oranda sorun olmaktan çıktı. IMF tamamen gönderildi. Kamunun gerçek borçlanma faizi artık sıfırı gördü. Enflasyonu % 5-10 arasında dalgalanıyor, bütçe açığını ve bankalarının sağlamlığını ise kimse tartışmıyor. Eğitim, bilim ve sosyal alana tahsis edilen kaynaklar rekor bir hızla artıyor. Gelir dağılımı düzelmese de bozulmuyor. Türkiye’nin imajı ve marka değeri arttı. Yurtdışında artık göğsümü gererek Türkiyeli olduğumu ifade ediyorum. Çünkü herkes ‘keşke bizim de sizin gibi potansiyeli büyük ülkemiz, böyle bir güçlü liderimiz olsa, zaten siz artık AB’ye de girmezsiniz’ diyor. Bütün bunları taçlandırmak üzere sırada yeni bir anayasa ile sağlanacak büyük kardeşlik projesi var.”
Başbakanımızla Senegal’in başkenti Dakar’da bir camide karşılaştığım gibi Cumhurbaşkanımızla da Letonya’nın başkenti Riga’da yolda karşılaştık. MÜSİAD Başkanımız Nail Olpak’la kısa bir yürüyüşten otelimize dönüyorduk. Sayın Cumhurbaşkanımız da yürüyüşe çıkmışlar. Nail Bey’i birlikte yürümeye davet ettiler. Biz de sayelerinde Cumhurbaşkanımızla kırk dakikadan fazla birlikte yürümüş olduk. Abdullah Gül, soğuk havada, her yer kar, buz, aralıksız, duraksız, en önemlisi de tempolu olarak yürüdü. Sağlığı sevindirici derecede iyi. Tebessümü ve nezaketi her zamanki gibi dikkat çekici. Bir insanı tanımak için beraber yolculuk yapın diye boşuna dememişler. Baltık Denizi kıyılarındaki Letonya ve Litvanya uçak yolculuğu kadar karlı Riga sokaklarındaki yaya yolculuğumuz özellikle ekibiyle kurduğu iletişimi yakından görmek bakımından son derece öğreticiydi. Dikkat çekici biçimde huzurlu, sükunetli, rahat ve karıncayı bile incitmeyen nezakette bir ekibi var Çankaya’nın. Çünkü sakin, yumuşak ve zarif bir Cumhurbaşkanımız var. Ağırlığını ve ciddiyetini kaybetmeden içten ve yakın olabilmek, dengeli ve kararlı olduğu halde son derece mütevazı ve mütebessim olabilmek de herhalde insanı böyle Cumhurbaşkanı yapıyor.
Tam iki yazı yazdın ama bu başlığa bir mana veremedik diyen çıkarsa ben daha ne diyeyim? Ah Zeki Toçoğlu ah, fazla rahata alıştırmışsın sen hemşehrilerini! İlle yazıda da sarı şeritlerden istiyorlar!