GERÇEK İSTANBUL (Türkiye) BEYEFENDİSİ NASILMIŞ?

                     1- Terbiyeli ve kibar gerçek bir İstanbullu “ben” kelimesini çok kullanmaz, onun yerine “bendeniz” veya “fakir” der. ( Veya bize göre “BİZ” der.)

                     Sık sık ben demek, bir ayıp, bir nakise( kusur)dir.

                     2- “Benim evim” demez, “fakirhane” der.

                     3- “Sizin eviniz” demez, “devlethaneleri” der

                     4- “Baban, anan nasıl?” diye sormaz, “pederiniz beyefendi, valideniz hanımefendi nasıllar?” diye sorar

                     5- Çeşitli konularda yazılı olarak (mektupla ve mail ile) teşekkür eder. Meselâ: "Dünkü nazik davetiniz ve ikramlarınız için çok teşekkür ediyorum. Sohbet çok faydalı ve zevkli oldu. Hiç unutamayacağım saatler geçirdim..." der

                    Davet sahibi de misafirlerine ayrı ayrı "Fakirhaneyi lütfedip teşrifinizden dolayı size minnettar ve müteşekkirim..." mealinde mektup yazar

                    6- İstanbullunun en çok kullandığı kelimelerden biri efendim‘dir. “Nasılsınız efendim?.. Teşekkür ederim efendim... Saat kaç efendim?.. Saat beşe çeyrek var efendim..."

                    7- İki öğün yemeği atlamış ve açlıktan başı dönmüş durumda olsa bile, sofraya sakin sakin oturur, sanki hiç aç değilmiş gibi ağır ağır sakin sakin yer. (İstisna: Bir yerde misafir ise ev sahibine hürmeten ölçülü olur.)

                    8- Oturduğu evin caddeye veya sokağa bakan balkonuna çamaşır asmaz. Kadın çamaşırlarını başkalarının göreceği yerde kesinlikle kurutmaz.

                    9- Genç İstanbullu, toplu taşıma vasıtalarında yaşlılara, çocuklu kadınlara yer verir. Onlar ayakta iken kendisi kesinlikle oturarak seyahat etmez.

                   10- İstanbullu sokakta, meydanda, çarşıda pazarda açıkta yemez ve içmez, dondurma yalamaz. Bunu kabalık ve mürüvvetsizlik olarak görür

                   11- İstanbul terbiyesine sahip kadın ve kızlar sokakta, toplu taşıma vasıtalarında, yabancıların arasında çıngıraklı kahkahalarla gülmez, hattâ dışarıda hiç gülmez.( Bize göre baylar için de geçerli)

                   12- Sokak veya caddedeki kadın ve kızlara adres veya başka bir şey sormak çok ayıptır ve laf atmaktır

                   13 -Evde veya dışarıda yediği yemekleri ve tatlıları başkalarına anlatmaz. Çok yakın dostu veya akrabası ise "Evvelki gün çok enteresan bir lokanta keşfettim, inşallah birlikte gidelim..." şeklinde söz eder.

                   14- Bir kapının zilini bir kere çalar. Aynı anda birkaç kere zile basmaz. Kapı açılmazsa bir iki dakika bekler, tekrar çalar, yine açılmazsa geri döner. Durmadan zile basmak, kapıyı yumruklamak çok ayıptır

                   15- İstanbullu (bu telefon devrinde) randevu almadan ziyarete gitmez.

                   16- Ziyarete gittiği yerde (binde bir zaruret olmadıkça) tuvalete gitmez. Dindar bir kimse ise, abdestli olarak gider.

                   17 -Bir lokantada yemeğe davet edilen İstanbullu, yemek listesindeki en pahalı veya en ucuz yemeği söylemez. En pahalısı olmamak şartıyla iyi yemeklerden birini söyler. Tatlısının üzerine kaymak istemez. Her hâl ü kârda mutedil olur.

                  18 -Edebî, yazılı, zengin Türkçe bilir. Konuşurken ve yazarken yanlış yapmaz.

                  19- Faydasız, boş, mâlâyâni konuşmaz. Söylerse hikmetli ve lüzumlu şeyler konuşur ve söyler. Asla zevzeklik ve gevezelik yapmaz.

                  20- “Ulan,” “yuh be,” “aha,” “çüş,” “oha,” gibi kaba kelimeleri ve ünlemleri kullanmaz.

                   21- İnce ruhlu ve mürüvvetli bir İstanbullu kendine bir ziyafet çekmek üzere bir halk lokanta ve kebapçısına gittiğinde, boş masa olmaması sebebiyle başkasının oturduğu bir masaya oturmak için "Afiyet olsun efendim, müsaade eder misiniz?" diye izin ister. "Rica ederim, buyurun" cevabını aldıktan sonra oturur. Göz ucuyla o kişinin yediğine bakar, kuru fasülye ve pilav yiyorsa, niyeti karışık iyi bir kebap yemek bile olsa, o vatandaşın yanında, düşündüğü pahalı yemeği yemekten vazgeçer, onu imrendirmemek için daha mütevazı ve orta bir şey yer.

                   22- Lâf olsun diye saçma sapan, “dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı” cinsinden aptalca sorular sormaz. Soruları incelik doludur. “Bana bir soru yönelt senin kim olduğunu söyleyeyim” kabilinden, kim olduğu konuşmasından ve yönelttiği sorulardan anlaşılır. Bazı soruları sormak ise çok ayıptır.

                    23 -İslam kültür ve edebinde, selamı önce küçük büyüğe verir. Hal hatır sormak, nasılsınız demek önceliği büyüğe aittir.

                   24- Ziyarete gittiğinde yer gösterilmeden oturmaz.

                   25- Yapmacık, câli ( yapmacıklı, düzmece, sahte )hareket ve sözlerden, aşırılıklardan kaçınır.

                  26 -Balkonunda, dumanı ve kokusu komşularına gidecek şekilde ızgara yapmaz.

                  27- Eskiden İstanbullular Mekke demezler Mekke-i mükerreme, Medine demezler Medine-i münevvere, Şam-ı şerif, Kuds-i şerif, Haleb-i şahba derlerdi. Beyazıt camiine gittim demezler, Beyazıt Cami-i Şerifine gittim derlerdi

                   28- Merhum Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil üstadımız ziyaretine giden yirmi küsur yaşındaki gençlere “beyefendi” diye hitap ederdi.

                   29- İstanbul kültüründe paylaşma ve infak fazileti ve hasleti bulunduğundan, Ramazanlarda konakların kapıları herkese açık olurmuş

                   30- Tasavvuf ve tarikat alakası olan bir İstanbullu zaruret olmadıkça bunu söylemez, reklam yapmaz. Tarikata girmenin bir nasip meselesi olduğunu bilir.                Kesinlikle tarikat ve cemaat holiganlığı, taassubu, militanlığı yapmaz.

( Kahir ekseriyetle katıldığımız  ve bütün Anadolu, Türkiye insanı, milletimiz için geçerli olan bu konuşma üslubu, adab-ı muaşeret kuralları ile ilgili bu tanımlama ve açıklamalar, merhum Mehmed Şevket Eygi Bey  tarafından yapılmış olup alıntıdır.)