Uzunçarşı ’daki randevuma yetişmek üzere aceleyle çıktım Bilgi Evi’nden. Sola dönüp hızlı adımlarla yürümeye başlamıştım ki bir anda karşımda gördüm Fevzi’yi.
—“Bilmen gereken çok önemli bir şey söyleyeceğim” deyince durdum. İsmet Özel’e benzeyen mimiklerle konuşmaya başladı. Telaşıma rağmen sohbetini kesemedim. Meğer, bilmem gereken önemli konu ikra kelimesi ve mağara metaforuymuş. Vaktim olmadığı için sohbete virgül koyduk.
Bir zamanlar Yeni Camii’nin hemen yanında Asmaaltı Kıraathanesi vardı…
Asmaaltı müdavimi Rahmetli Selahattin Şimşek Ağabey’in hem oğrenci hem de alaylı talebeleri vardı. Özdeyişleriyle ünlenen Selahattin Ağabey’in en sadık talebelerinden biriydi Fevzi.
Özellikle Asmaaltı kış muhabbetlerini hatırlarım. Dışarıda ilikleri donduran ayazları hatırlarım. Buğulu camlardan içerisi görünmezdi. İçeri adım attığınız anda, Selahattin Ağabey’in oturduğu masa hemen belli olurdu. Edebiyat veya gündeme dair konuşan Selahattin Ağabey’i can kulağıyla dinleyenlerden biriydi Fevzi.
Masa etrafına kümelenmiş talipleri ısıtan soba ateşi değildi. Demli çaylar eşliğinde yapılan gönül sohbetleri ısıtırdı talipleri. Asmaaltı Kıraathanesinde muhabbetin ateşi vardı.
Gençlik heyecanıyla dinlediğimiz Selahattin Ağabey Hakk’a yürüdü. Ezginler Ordusuyla birlikte “Asmaaltı” da Yeni Camii’nin kıble tarafına açılan caddeyle sırlandı…
Kıraathaneler postmodern evrim geçirdi artık. Osmanlı’dan miras kalan “Kıraat- Hane”lerde (Okuma/dinleme evi) yapılan gönül sohbetleri devri bitti. Şimdi “cafe” ler var.
Starbucks’ta filtre kahve eşliğinde instagram / twitter âleminde var oluş sancısı çekiyoruz hep birlikte…
Selahattin Ağabey’in ardından, hakikate susamış “talip”ler dağıldılar dört bir yana. İktidar veya muhalefet rüzgârının çarklarında örselendiler…
Başlıkta geçen “İkra” emri, Allah’tan bize gönderilen vahyin ilk sözüdür. (Alak Suresi. 96/1)
Okuma eylemi için text/ metin gerekir. “Seni yaratan Rabbinin adıyla oku!” Emri geldiğinde okunacak bir metin yoktu henüz.
Âlemleri temaşa ve tefekkür etmek, kendi iç âlemini tefekkür etmek belki de anlamamız gereken kevnî okuma metinleridir.
En büyük hakikat, Kur’an Vahyi başlangıç ayetlerinin mağarada (Hira) inzâl olması manidardır.
İnsanın kendi hakikatiyle yüzleşmesi, ilk önce yavaşlaması ardından durmasıyla gelir. Hız, manaya düşmandır. Fizikî hız, ruhu yorarken durma eylemi de ruhun yükselmesine kapı açar. Mağara metaforu olarak tarif ettiğimiz hâl, fiziksel olarak beş duyunun yavaşladığı, maddi âlemle ilişkisinin azaldığı durma ânına işarettir.
Hepsine selam olsun; Nuh Peygamber için gemi,
Zekeriya Peygamber için ağaç kavuğu.
Yunus Peygamber için balığın karnı,
Yûsuf Peygamber için kuyu ve zindan
Musa Peygamber için Tûr Dağı
Efendimiz (sav) için Hira Mağarası…
Hakikatin ortaya çıktığı hâl-zaman-mekân ilişkisi ne kadar muhteşem.
Evvele dönüş gibi… Dairenin başlangıç noktasıyla bitiş noktasının “bir”leştiği yerde inkişâf eden hakikat sessizlik ister. Sessizlik hikmetin dilidir.
Seyrânımız minallah, ilallah’tır. Allah’tan gelip Allah’a dönüştür.
Dıştan içe, karanlıktan nura, gafletten irfâna, maddeden manaya, hızdan sükûnete ve nihayet… Nefsinden Allah’a kaçışın işareti olan mağara metaforu, harfler olmadan kâinatı ve kendini okumaktır.
Fevzi’ye söz verdim. Konuya kaldığımız yerden devam edeceğiz. Seçimler yakın, Asmaaltı’nı yeniden ihya etmek lâzım.
Selahattin Ağabey sağ olsaydı Türkiye’nin geleceği için CHP masasına asla oturmazdı. Dağıstan göçmeni büyük Alim Merhum Cevdet Efendi’nin tuttuğu safı asla terk etmezdi.
Mevzu derin… Fevzi, kaldığımız yerden devam eder. Yahya Bakır moderatör olur. Rahmi Sak, “Ş”den özdeyişler okur. Şadi Tanış ile Vedat Ünsal şahit olurlar. Zeki Aydıntepe “aksakallı” bir büyük olarak sohbete nezaret eder.
Tayyip Bey, Asmaaltı ruh ikliminin dünya versiyonudur. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kurtlar sofrasında yalnız bırakmak ezginler ordusuna yakışmaz…
İbrahim Selamet