Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in Yemen’e (vali ve kadı olarak) gönderdiği Muaz bin Cebel’e (r.a.) verdiği emir, tavsiye veyahut nasihatler.

Muâz radıyallahu anh şöyle dedi:

– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem beni Yemen’e (vali ve kadı olarak) gönderdi ve şöyle buyurdu:

“Muhakkak ki sen Ehl-i kitap olan bir topluma gidiyorsun. Onları, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah’ın Resulü olduğuma şehâdet etmeye davet et…Mazlumun bedduasını almaktan çekin. Çünkü onun bedduası ile Allah arasında bir perde yoktur.”

Günümüz din tebliğinin en önemli problemi, dinin kaynak değerinden değil, hatibin ilgilendiği husustan anlatılmış olmasıdır. Peygamberler tarihini okursak ilk önce anlatılanın tevhid veya zıddı şirkin ele alınmış olmasıdır. Laiklik prensibine göre davet ve tebliğler esas itibarıyla yanlış ve noksandır. Dinin toplum hayatında sınırlandırılmış ve reddedilmiş  olması, inancın bölünmesi, ilahi otoritenin reddi, helal ve haramların zıddına tahvili, dünya ve ahirette ki mutluluğa mani olacak eğitimin yok edilmesi, devlet kurucularının otoritesinin, dini otoriteyi sınırlandırması, hakla batılın karıştırılması ve hakkın ibtali gibi binlerce sayılacak hususun yaşanması tevhidi ibtal etmektedir. Anayasanın 24 maddesi, “Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” Bu cümlelerle din sınırlandırılmış ve hükümleri iptal edilmiştir.

Bir ülke de cami ve görevlilerinin olması ve Müslümanın bulunması anlamına gelse de dini anlamda tevhidin hâkimiyeti anlamına gelmez. Biliriz ki Mekke de peygamberimiz tebliğ yaparken müşrikler Kâbe’yi tazim ve tavaf ediyorlardı. Bu onları değerli ve önemli kılmıyordu. Tevbe suresi, 19 ayetinde Diyanet mealindeki ayet ve açıklama kısaca bu meseleyi anlatmaktadır. “(Ey müşrikler!) Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz? Halbuki onlar Allah katında eşit değillerdir. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” Bu âyete göre dindarlık, bir takım şeklî merasimlerden önce bir iman, tasdik ve Allah rızası için gayret demektir. Bu şartlar tahakkuk ettikten sonradır ki hacılara su vermek, Mescid-i Haram’ı onarmak ve bakımını sağlamak gibi hizmetler Allah nezdinde bir kıymet ifade eder.

Camilerde öğretilen din ile okullarda öğretilen hayat ve ilkeleri örtüşmediği için toplumsal ahlak ve hukuk olumlu sonuç vermiyor. Anayasanın kuruluş ve değişmez maddelerinde dine asla yer verilmemiştir, var olanda kaldırılmıştır. Belki sadece İstiklal marşının mefhumunda bulabiliriz. O da söylemin dışında bir etkisizlikle karşı karşıyadır.

Anayasanın başlangıcında şu ifadeler yer alır. “Hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı…

“Kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.” Dinini açıklamaya mecbur değil fakat Kemalist olduğunu açıklamak, onun adına yemin etmeğe ve saygı duymaya mecburdur.

Anayasada Din kelimesi 16 kez geçmektedir. Dikkatlice okunursa birbiriyle tutarsız ve ilgisiz maddelere serpiştirilmiş ve olumsuz yorumlara kapı açılmıştır. Atatürk ismi ise 18 kez geçmektedir. Belirleyici olan ise “Ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun inkılap ve ilkeleri doğrultusunda; Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları, Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz. Devlet, istiklal ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müspet ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, Atatürkçü düşünceyi, Atatürk ilke ve inkılaplarını, Atatürk'ün manevi himayelerinde, Atatürk Araştırma Merkezi, "Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu", laiklik ilkesine, Atatürk inkılaplarının, milli güvenliğin ve kamu düzeninin korunmasına..”

"Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır." Söyleyen bir liderin gelecek nesillerin düşünce ve hayat pusulalarını elinde tutmasına izin vermesi ne kadar isabetlidir.

Bir il müftüsü, bayan sporcuların kıyafeti dolayısıyla aleyhte konuşan bir vaizle ilgili şikâyet için ziyaret eden CHP’li kadınlara, kendini savunma sadedinde şu beyanatı vermişti. “Bizler Diyanet İşleri Başkanlığı olarak Anayasa’nın 136’ncı maddesinde de belirtildiği gibi laiklik çerçevesinde her türlü siyasi düşünce dışında kalmak zorundayız.”

Adı anılan madde şöyledir.

İ. Diyanet İşleri Başkanlığı

Madde 136 – Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda… görevleri yerine getirir.

Evet, Tevhid şirkin zıddıdır. Bugün halkımızın kişi kültü ve mistik lider duygularıyla şirkin anlamını yitiren inançları “Kendilerini hidayette sanırlar” ayetlerinin ifade ettiği duruma düşmektedirler.

Şirk, eğer tevbe edilmezse affedilmeyen günahlardandır. Şirkten korunanın ise af ümidi ve kapısı daima açıktır.