Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi (SUBÜ) tarafından düzenlenen SUBÜ Konuşmaları’nın 74’üncü konuşmacısı, ‘Avrupa Fikrini Öteki Üzerinden Okumak’ başlıklı söyleşiyle Bern Eğitim Müşaviri Prof. Dr. Bünyamin Bezci oldu. Moderatörlüğünü SUBÜ İletişim Koordinatörlüğü’nden Öğretim Görevlisi Ömer Çiçek’in üstlendiği söyleşide Avrupa fikri farklı bir çerçeveden ele alınarak; ötekinin bu fikir karşısındaki konumlanışı birlikte yaşama, göç, insan hakları, evrensellik ve demokrasi bağlamında ele alındı. Programın tamamı üniversitenin YouTube kanalı SUBÜ Haber’den istenildiği zaman izlenebiliyor.
‘Misafir’ formülü
Avrupa fikrinin evrenselleşmesinin Aydınlanma ile olduğunu kaydeden Bern Eğitim Müşaviri Prof. Dr. Bünyamin Bezci, “Avrupa Aydınlanma ile bir iddia ortaya koymaya çalıştı. Bazen insan hakları da denilecek olan evrensel kurallar dizgesi ile spesifik bir toplumun dinine, örfüne ya da genel özelliklerine dayanmayacaklardı. Bu kurallar sistemi aklın gereğince gerçekleşecekti. Kant da saf akla dayalı kuralların bütün insanlar için geçerli olacağı ve bu şekilde oluşan kurallarla birlikte yaşamanın mümkün olacağını söylemişti. Ancak birlikte yaşama geleneği tarihsel olarak Avrupa’da sık görülen bir şey değil. Modern çağda kapitalizmle birlikte gerekli hale geldi. Avrupa’nın formülü ‘misafir’ demekti. Örneğin Almanya’ya gelen ilk işçilere ‘misafir işçiler’ denilmişti. Esasında Aydınlanma düşmanı bir nevi misafir kılmıştı. Avrupalılar, İncil’deki ‘düşmanın sana bir tokat attığında diğer yanağını çevir” ayetinin hostis bağlamında bir düşmanı işaret ettiğini, inimicus bağlamında bir düşmanı işaret etmediğini söylerler. Hostis düşman kendi içlerindeki düşmanlıktır. İnimicus düşman ise kendilerinden tamamen olmayanın düşmanlığıdır. Haçlı seferlerini meşrulaştıran düşünce de budur. Aydınlanma ise inimicus için misafir statüsü açtı ve biz öteki ile bu çerçevede yaşayabiliriz dedi. Bunun kurumsallaşması ise 200 yıl aldı.”
Müslümanlarla yaşamamız zor
Avrupa’da 2’nci Dünya Savaşı’nın ardından nüfusta ciddi bir kırılma olduğunu belirten Bezci, “Asıl dışarıdan göçler ise işçi göçleri ile birlikte başladı. Almanya kendi nüfusuyla ülkesini kalkındırma konusunda sıkıntılar yaşamıştı. Avrupalılar böylesi bir göçün kontrol edilebilir bir göç olduğunu düşündüler. Ancak, ‘gelenler misafir değilse ya da kalıcı misafirseler onlarla birlikte nasıl yaşanacak?’ sorusunu 1980’lerde sormaya başladılar. 1555 Augsburg Anlaşması Protestan ve Katolik kavgasını aşan bir yorum getirerek Avrupa’yı bir nevi Yahudi-Hristiyan kültürü olarak tanımlamaya çalıştı. Bu tanım Avrupa’da öteki olarak Müslümanların, Asyalıların ve Afrikalıların kalmasına neden oldu. 1980’lerden sonra bu ötekilerle bir arada yaşamak için geliştirilen çok kültürlülük, müzakereci demokrasi, birlikte yaşama, ötekine karşı saygı ilkesi gibi teoriler geliştirildi. Ötekine karşı saygı ise ötekini yine öteki olarak kodluyordu. Bu nedenle gerçek bir demokrasi için ötekine karşı kayıtsız kalan bir ilişki türü kurmaya çalıştılar. Ancak bu din boyutunda tıkandı. 1960’lardaki sekülerizm tartışmalarında dinin bütünleştirici yönü olduğu ve yok denildiğinde yok olmadığı fikri öne çıkmıştı. Buna rağmen 1990’ların sonunda herkesle birlikte yaşayabiliriz ama Müslümanlarla zor dediler. ‘Kim Avrupalı kim Avrupalı değil?’ tartışması ana eksen haline geldi” diye konuştu.
2010 sonrası devlet güç kazanmaya başladı
Avrupa’nın kendi ekonomisinin çarklarını döndürecek bir nüfusa sahip olmadığını ve giderek yaşlandığını söyleyen Bezci, “Göç ihtiyacı var ve bu göç Avrupa’nın güneyi ya da doğusundan gelecek. Dolayısıyla büyük olasılıkla Müslüman olacak. İşte bu nedenle Avrupa, Aydınlanma’nın öğrettiklerinden vazgeçmeden farklı dini öğeleri de sistemin içine alabilecek post-sekülerizm kavramını geliştirdi. Dinlerin rasyonel taraflarının herkes için makul olabileceği düşünüldü ve dinin kurallarını da akli müzakere sistemi içine alabilecek bir tarz ortaya koydular. Böylelikle rasyonalizm süzgecinden geçen damıtılmış ve reforme edilmiş bir İslam’ı Avrupa yaşam tarzına entegre etmeye çalıştılar. 2000’lerdeki bu düşünce tarzı 2008 ekonomik krizi ile bir darbe yaşadı. Devletler şahısların borçlarını piyasada absorbe etmek için topluma ve piyasaya müdahale ettiler ve 2010’larden itibaren devletçilik, Fransızlık, erkeklik, beyazlık gibi savunmalar yükselmeye başladı. ‘Biz evrenseliz ama herkesin kabul edebileceği bir evreselliğimiz yok, evrenselliği sadece Avrupalılar anlayabilir’ görüşü ağır bastı. En büyük kopma 2020’lerde yaşandı. Pandemi 2010’larda güçlenen devleti daha da güçlendirdi. Krizler arttıkça toplumlar devlete sığınmaya başladılar. 1990’larda toplum güçlendikçe demokrasi ve çok kültürlülük güçlenecek derken 2010’larda bu ton değişti”
Gazze soykırımı ana kırılma oldu
Ana kırılmanın Gazze’deki soykırım ile yaşandığının altını çizen Bezci, “Gazze bize Batı düşüncesi içinde insan denilen varlığın bütün herkese özgü bir varlık olmadığını gösterdi. Post-kolonyalist ya da eleştirel-ırkçı teoriler İsrail’in soykırımını bir nevi kolonyalist bir soykırım olarak görüyorlar. Bu bazılarını insan olarak görüyorsun bazılarını görmüyorsun demektir. Peki, o zaman kendi içindeki ötekiyle nasıl bir ortak yaşam geliştirebileceksin? Gazze’deki kırılma hâlâ etkilerini tam olarak görmediğimiz bir kırılma. Avrupa’da artık birlikte yaşamaktan ziyade Avrupa’nın güvenliğini koruma daha ön plana çıkmaya başladı. Bugün Avrupa’da Müslümanlarla ilişkiyi 1990’larda olduğu gibi entegrasyon ya kültür bakanlıkları kurmuyor. İç işleri bakanlıkları kuruyor. O da güvenlik demek. Kısa süre önce Almanya İslam Konferansı’nı da Almanya İç İşleri Bakanlığı topladı. Artık Avrupa açısından öteki birlikte yaşanacak bir unsur olmaktan çıkarak güvenlik meselesi haline gelmiş durumdadır. Avrupa’nın güvenliği, Avrupa’nın birlikte yaşama azminden çok daha büyük görünüyor. Ancak bu durum ekonomik anlamda Avrupa’yı krize sürükleyeceği için önce teorik sonra pratik olarak yeni bir ortak yaşam formülü bulmak zorunda. Şu anda Türkiye’de de birlikte yaşamaya ilişkin sorular sorulmaya başlandı” ifadelerini kullandı.