Allah’ım böyle bir afeti hiçbir zaman hiçbir yerde yaşatmasın.
Depremde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum, ruhları şad mekanları cennet olsun.
Sapanca Kırkpınar’da oturuyorum. Gecenin geç bir vakti uykumdan çok şiddetli bir patlama, uzun süren sarsıntılar, gökyüzünü aydınlatan görülmemiş bir ışıkla uyandık.
Sitenin bahçesinde haykırmalar, çığlıklar, ağlama sesleri ve koşuşmalar…
BENİMDE BABAYA İHTİYACIM VAR
Evde ben, üç çocuğum, eşim, eşimin dayısı ve hanımı var.
Siteye gelen “Adapazarı’nın tamamen yıkıldığı, çok ölü ve yaralıların olduğu” haberi üzerine eşime ve çocuklarıma ben hastaneye gidiyorum.
Ufak oğlum Çağatay “Baba nereye gidiyorsun?” diyerek bacaklarıma sarıldı.
“Oğlum yaralılar var benim görevim başında olmam ve onlara bakmam gerekir çünkü bize ihtiyaçları vardır” deyince...
“Benim de babaya ihtiyacım var” dedi.
Bunu söyleyen oğlum günler sonra bana sarılarak “İyi ki gitmişsin baba” dedi.
Saat 05.00 civarında yollarda oluşan hasarlar nedeniyle zorluklarla hastaneye ulaşabildim, gördüğüm manzara karşısında ilk şoku yaşadım.
Hastane bahçesinde yüzlerce yaralı, cenazeler… Adeta adım atılacak yer yok idi… Çığlık atan, ağlayan, koşuşturan, bağırarak yakınlarını arayanlar... Allah’ım ne korkunç bir tablo!
Gece nöbetçi ameliyat personelini ameliyathaneye çıkartarak, ameliyat seti, ipek, enjektör, acil olarak kullanabileceğimiz ne varsa hepsini aşağıya indirdik.
Ceplerimiz ipek, makas, pens, enjektör, lokal uyuşturucu iğneler vs. dolu…
SESLERİ KULAKLARIMDA HALA
Kanayan yaralılara, açık yaralılara, kırık kol ve bacaklara acil cerrahi müdahale ediyoruz.
Ağır vakaları helikopterle, orta vakaları ambulansla yakın vilayetlere gönderiyoruz.
Hastane bahçesine giren ve çıkan ambulansların siren sesleri kulaklarımızı çınlatıyor, içimiz burkuluyor, kalp çarpıntımız artıyor, yine ne getirdiler diye?
Hala bugün bile siren seslerinden irkiliyorum ve nefret ediyorum.
Yemek masalarında, tahta masalarda yaralıların acil tedavileri ile uğraşıyoruz.
Etrafımızda koşuşturan insanlar, “Doktor bey, Atıf abiii oğlumu kaybettim, babamı kaybettim, evim yıkıldı, yakınlarımı ve ailemi bulamıyorum.” sesleri kulaklarımda hala…
O günün bir saati, battaniye içinde hamile bir kadın getirdiler; saçları sarı, gözleri renkli, gözleri açık bir bayan…
ANNEDE BEBEKTE KAYBEDİLDİ
Getirenlerden biri ben ‘Babası oluyorum. Daha yeni son nefesini verdi, ne olur torunumu kurtarın bari’ deyip yalvarıyor ve ağlıyordu. Kalp masajından sonuç alınamayınca, saniyesi ile Op. Dr. Osman Kahyaoğlu, Op. Dr. Celal Öztop ile göz göze geldik anında verilen konsey kararıymış gibi sezaryen yapmaya karar verdik.
Dr. Celal bey bana yardım ediyor, bebeği aldık yan masada anestezi ekibine verdik. Bir ara, ekibin çocuğa kalp masajı ve ağız içi temizliği yaptığını kesmiş olduğu serum seti ile ağız içi sekresyonunu aspire etmeye çalıştığını gördüm. Bütün bu çabaya rağmen maalesef bebeği de kaybettik…
Biz sezaryeni yaparken Sağlık Bakanı Sayın Dr. Osman Durmuş (Allah rahmet eylesin) tam yanımızdan geçiyordu, bize bakıyordu ve göz göze geldik. Karnı dikişlerle kapattık, bebeği anasının koynuna koyup getirdikleri battaniyeye sararak alıp götürdüler...
Gözlerimde yaşlar, biraz uzağımızda bizi gözyaşlarıyla seyreden Dr. Kahyaoğlu yine gözleri yaşlı, ağaca yaslanıp oturan Dr. Celal Bey…
Bu yaşadığımız binlerce acı tablodan biri, depremi bize unutturup daha büyük bir deprem yaşattı…
SAĞLIK BAKANI OSMAN BEY
Bir yıl sonra Sağlık Bakanı Dr. Osman Beye depremle ilgili bir anınız var mı diye sorulduğunda, ‘Sakarya’da bir cerrah arkadaş ile hamile bir kadına hatırladığım kadarıyla sezaryen ameliyatı yaptılar. Kadın öldü, bebek sağ’ dedi. ‘Keşke sağ olsaydı.’ Anne ve çocuğu koynunda mutludurlar inşallah…
Depremin 3. ya da 4. günü Orman Bölge Müdürlüğü bahçesinde sahra hastanesi kuran İsrailliler bizi davet etti.
Ben ve Dr. Kahyaoğlu davete icabet ettik. Masalar kurulmuş alkollü içeceklerle kutlama yapıyorlar…
Meğer ilk apandisit ameliyatı yapmışlar onu kutluyorlarmış!
Dr. Osman Bey ile göz göze gelip 5-10 dk. sonra oradan ayrıldık.
28.05.1999 tarihli vilayet makamından Sakarya Valisi Sayın Yener Rakıcıoğlu’ndan bir görevlendirme yazısı geldi;
“Deprem felaketinin akabinde sağlık hizmetlerini organize edecek olan kriz masasına tabiplik mesleğinde olan, personel ve hastane hizmetlerini iyi bilen, ihtiyacımız olan sağlık kurum ve personeli ile derhal iletişim kuracak yetenekte bir üyeye acilen ihtiyaç vardır, bu görev için op. Dr. Atıf Çetin uygun görülmüştür.”
CANSIZ BEDENLERLE DOLU KONTEYNIRLAR
O günün akşamı ailemi alarak kayınpederime bırakıp, sabahı tekrar dönerek Vali Yardımcısı Sayın Özer Aydınatay başkanlığında görevime başladım.
Artık bahçedeki dört konteyner cansız bedenlerle dolmuş, ne yapacağımıza karar vermemiz lazım…
Söz alarak “Sayın Valim fotoğraflarını çekerek numara koyup defin işlemlerini yapıp mezarına da o numarayı verelim.” dedik.
Ertesi gün fotoğraflar geldi. Ne baba evladını ne de evladın babasını tanımasına imkan yok...
Vücudu şişen, siyahlaşan, kafa ve vücutları dağılmış fotoğraflar…
Daha ne söyleyebilirim ki…
Dışarıdan üniversitelerden, hastanelerden, sağlık ekipleri gelince yükümüz azalmıştı.
Depremden sonra Sayın Tuncer Tepe’nin yapmış olduğu prefabrik binada hizmet vermeye başladık, 3 ay sonra olan Düzce depreminin yaşandığı o gece hastanede nöbetçi şef idim.
Deprem olunca tek olan acil odasında gelenlerin oluşturacağı yoğunluğu ve hizmetin zor olacağını düşünerek 17 Ağustos depreminde edindiğimiz tecrübelere dayanarak tüm odalardaki boş yatakları hastane bahçesine attık.
10 dakikada bahçe yaralılarla doldu. Daha çok, korkup pencereden atlayanlar travma ve kırık vakalarına bahçede hizmet vererek işimizi kolaylaştırdık.
17 Ağustos 1999 depreminde, ben o gün hizmet için koşan, aç, susuz ve uykusuz kalarak özveri ve fedakarca hizmet veren tüm hekim arkadaşlarıma, hemşire ve sağlık personeline, özel ve kamu hastanelerinde hizmete koşan tüm hekim ve sağlık personeline, değişik meslek kuruluşlarından hizmet veren tüm görevli arkadaşlarıma sonsuz teşekkürlerimi ve saygılarımı arz ediyorum.