İlk bakışta sevmeyiz sınırları.
Zamanda, aşkta, açlıkta, zevkin doruklarında…
Evinin odasını, sınıfın kürsüsünü, yolun sağını, Tanrı’nın uygun gördüğü yaşı had bilmek çoğumuzun ruhuna vurulmuş zincirler gibidir.
Peki ya sınırlar değil midir aynı zamanda, bir durumdan diğerine geçit olan eşiğin adı?
Durumlar, sözler ve hadiseler…
Hepsi sınırlarıyla kendini var ediyor aslında. Varoluş, sınır ve tezat bileşkesiyle mümkün diğer bir ifade ile. Sadece var ediş sınırsız…
Söz… Tamama erdiğinde, sınırına değdiğinde yüzümüzü güldürüyor ya da eğdiriyor.
Yol… Tam da sınırında sevdiklerimize kucak açtırıyor.Ağaran gün… Gecenin sınırında varlığını başlatıyor.
Yarı ölüm denilen uyku… O da tezatı olan uyanıklık hali ile tanımına ulaşıyor. “Güzel uyumuşum, ne çok uyumuşum” sözleri bu farkındalık ile dile geliyor.
Hayat; her durumu, her varlığı bir sınırlılık haliyle barındırıyor içinde ve de tezatıyla Lakin dünya hayatı bittiğinde, hiçlik âleminin kapısı aralandığından olsa gerek, mevcudiyet, gerçek özgürlük ile buluşuyor.
Sınırlı iradesiyle tescilli insanoğlu, eşyayı ve durumları sınırlarla tanıyıp bellerken; sözü, sesi başka bir âlemin içine doğuyor nihayetinde.
Sınırların kalktığı tek yer.
Tanımsız bir özgürlük hali.