Sakarya Üniversitesi (SAÜ) İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Sarı, 12 Mart İstiklal Marşının Kabulü günü ile anılan Mehmet Akif Ersoy’u, tüm yönleriyle Yeni Sakarya okurları için kaleme aldı. 

ADANMIŞ BİR ÖMÜR
Doç. Dr. Mustafa SarıAkif’in vatan aşkıyla şekillenmiş satırlara sığmayacak hayatını, bilinmeyen yönleriyle aktaran Doç. Dr. Mustafa Sarı; “Mehmet Akif Ersoy, ömrünü inandığı değerler uğruna adamış, Türk edebiyatında ve düşünce dünyasında derin izler bırakmış bir şahsiyettir. Onun şiirleri ve fikirleri, sadece geçmişin değil, günümüzün ve geleceğin de yol göstericisi olmaya devam etmektedir. İstiklal Marşı’ndaki ruh, milletin bağımsızlık mücadelesini, vatan sevgisini ve inancını yansıtan ölümsüz bir miras olarak kalacaktır.” dedi.

MİLLİ ŞAİR MEHMET AKİF ERSOY
Mehmet Akif Ersoy, 20. yüzyıl Türk edebiyatının ve düşünce dünyasının en önemli isimlerinden biridir. İstiklal Marşı’nın şairi olarak bilinse de onun edebi, dini ve sosyal düşünceleri çok daha geniş bir alana yayılmıştır. Ersoy’un hayatı, eserleri ve fikirleri, Osmanlı’nın son döneminden Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarına kadar uzanan büyük bir dönemi kapsar.

MEHMET AKİF ERSOY’UN HAYATI
Mehmet Akif Ersoy, 1873 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Babası, Fatih Medresesi’nde müderris olan Mehmed Tahir Efendi, annesi ise Buhara kökenli Tokatlı bir ailenin kızı Emine Şerife Hanım’dı. Ailesinden aldığı güçlü dini ve ahlaki terbiye, onun hayatı boyunca şekillenmesinde önemli bir rol oynadı. İlk öğrenimini Emir Buhari Mahalle Mektebi’nde tamamladıktan sonra Fatih Merkez Rüşdiyesi’nde eğitimine devam etti. Daha sonra Mülkiye Mektebi’ne kaydoldu, ancak babasının vefatı ve ailevi sıkıntılar sebebiyle buradan ayrılarak Ziraat ve Baytar Mektebi’ne geçti. 1893 yılında buradan birincilikle mezun oldu ve memuriyet hayatına başladı.

Baytarlık görevi gereği Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli bölgelerine seyahat eden Ersoy, bu süreçte halkın yoksulluğunu, cehaletini ve çektiği sıkıntıları yakından gözlemledi. Bu gözlemler, onun şiirlerinde sık sık işlediği sosyal eleştirilerin temelini oluşturdu. Edebiyatla ilgilenmeye öğrencilik yıllarında başlayan Mehmet Akif, şiirlerinde genellikle toplumun ahlaki yozlaşması, dini değerlerin yozlaşması ve Batı’nın etkileri gibi konulara değindi.

II. Meşrutiyet’in ilanından sonra, edebi faaliyetlerine daha fazla zaman ayıran Ersoy, Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad dergilerinde yazılar yazmaya başladı. Bu dergiler, onun düşüncelerini yaydığı ve İslamcılık fikriyatını geliştirdiği en önemli yayın organları oldu. 

1-296

Mehmed Akif, Balkan Savaşı sırasında kurulan ve ilerleyen yıllarda Milli Mücadele’nin örgütlenmesinde önemli bir rol oynayan Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’ne bağlı Hey’et-i Tenviriyye’ye (Hey’et-i İrşadiyye) katıldı. Bu topluluk, halkı bilinçlendirmek ve milli birlik ruhunu güçlendirmek amacıyla çalışmalar yürütüyordu. 
Mehmet Akif Ersoy, 1914 yılının sonunda Teşkilat-ı Mahsusa tarafından verilen bir görevle Berlin’e gitti. Bu seyahat, onun Batı’yı yakından tanımasını sağladı ve yaklaşık üç ay sürdü. Bu süre içinde, Almanlara karşı savaşırken esir düşen İngiliz ve Rus vatandaşı Müslüman askerlerin bulunduğu kampları ziyaret etti. Onlara, savaş sonrası bağımsızlıklarını kazanabilmeleri için mücadele etmeleri gerektiğini anlatan konuşmalar yaptı.

Daha sonra, Osmanlı Devleti’ne karşı başlatılan Şerif Hüseyin isyanına karşı devletin yanında yer alan kabilelerin desteğini sürdürmesini sağlamak amacıyla Necid bölgesine (Riyad) gönderildi (Mayıs-Ekim 1915). Teşkilatın başkanı Eşref Sencer Kuşçubaşı liderliğinde gerçekleşen bu yolculuğun devamında, Medine ve Ravza-i Mutahhara ona derin duygular yaşattı. Bu etkileyici deneyim, edebiyat çevrelerince bir şaheser olarak kabul edilen "Necid Çöllerinden Medine’ye" adlı şiirini kaleme almasına ilham verdi.

Mehmet Akif, Çanakkale Savaşı’nın gelişmelerini de büyük bir heyecanla takip ediyordu. On dört ay süren mücadelenin zaferle sonuçlandığı haberini Arabistan’da bulunduğu sırada aldı. Bu zafer ona büyük bir coşku ve gurur yaşattı. Duygularını kaleme alarak, " Çanakkale Şehidlerine" adlı unutulmaz eserini yazdı. (burada destan ile )

2-185

MİLLİ MÜCADELEDEKİ ROLÜ
Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkması, ağır mütareke şartları ve yurdun işgal edilmesiyle birlikte, özellikle Yunanlıların İzmir’e çıkması, Milli Mücadele hareketini başlattı. Mehmet Akif, bu mücadeleye bizzat katılmaya karar vererek Şubat 1920’de Balıkesir’e gitti. Burada Kuva-yi Milliye mensuplarıyla bir araya geldi ve Zağanos Paşa Camii başta olmak üzere çeşitli yerlerde halkı birliğe ve direnişe çağıran vaazlar ve konuşmalar yaptı.
O dönemde İstanbul’da yüksek maaşlı bir görevde bulunmasına rağmen, Balıkesir’e gitmesi ve dönüşünden sonra Ankara’ya geçmeye karar vermesi, onun vatanseverliğinin açık bir göstergesiydi. Mehmet Akif’in, halkın sevip saydığı bir Müslüman aydın olarak Milli Mücadele’ye katılması, bu hareketin yalnızca bir İttihatçı macerası olduğu yönündeki şüpheleri büyük ölçüde giderdi. Onun varlığı, Kurtuluş Savaşı’na önemli bir manevi güç kattı. Bu nedenle kendisine "Milli Mücadele’nin manevi lideri" unvanı verildi.

Mehmet Akif, Büyük Millet Meclisi’nin açılışından bir gün sonra, 24 Nisan 1920’de Ankara’ya ulaştı. İlk vaazını Hacı Bayram Camii’nde verdi. Daha sonra, Mustafa Kemal Paşa’nın teklifiyle 5 Haziran 1920’de Burdur milletvekili olarak Büyük Millet Meclisi’ne seçildi.

Mehmet Akif, Eskişehir, Burdur, Afyon, Antalya, Konya, Kastamonu gibi birçok şehirde halka ve cephedeki askerlere Milli Mücadele’yi destekleyen konuşmalar yaptı.Bunların en önemlisi, Meclis kararıyla gittiği Kastamonu’daki Nasrullah Camii’nde verdiği ünlü vaazdır. Bu konuşmada, Sevr Antlaşması’nın getireceği felaketi anlatarak halkı direnişe çağırdı ve Milli Mücadele’yi büyük bir coşkuyla teşvik etti. Bu vaaz, Sebilürreşad dergisinde yayımlanarak tüm Anadolu’ya dağıtıldı.
Bunun dışında Mustafa Kemal Paşa’Nın emriyle Milli Mücadele’de savaşan Türk askerlerinin maveviyetını artırmak adına bir Ordu Duası kaleme amıştır.

Bu dua şu şekildeydi:
Yılmam ölümden, yaradan, askerim;
Orduma, “Gâzî” dedi Peygamberim.
Bir dileğim var, ölürüm isterim
Yurduma tek düşman ayak basmasın!
Âmin! desin hep birden yiğitler,
“Allâhu ekber!” gökten şehidler.
Âmin! Âmin! Allâhu Ekber!
Türk eriyiz, silsilemiz kahraman...
Müslümanız, Hakk’a tapan Müslüman.
Putları Allah tanıyanlar, aman,
Mescidimin boynuna çan asmasın.
Âmin! desin hep birden yiğitler,
“Allâhu ekber!” gökten şehidler.
Âmin! Âmin! Allâhu Ekber! (daha uzun)

1920 yılının sonlarında, Genelkurmay Başkanlığı’nın talebiyle Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Milli Marş için bir şiir yarışması düzenlendi. Yarışmaya 700’den fazla şiir gönderildi, ancak içlerinde uygun bir eser bulunamayınca, yarışmaya ödül nedeniyle katılmayan Mehmet Akif’ten de bir marş yazması istendi. Ancak milli duygularının ağır basmasıyla, ödül şartı kaldırılınca şiirini yazdı ve İstiklal Marşı olarak kabul edilen şiiri kaleme aldı. "Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak" mısralarıyla başlayan bu eser, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinin ruhunu yansıtan en önemli eserlerden biri oldu. Kazandığı ödülü, bir hayır kurumuna bağışladı ve milletine olan hizmetini hiçbir zaman maddi bir karşılık bekleyerek yapmadı.

Mehmet Akif’in Eserleri ve Düşünceleri
Mehmet Akif, edebi hayatı boyunca şiirlerini "Safahat" adlı yedi kitaptan oluşan büyük eserinde topladı. Bu eser, onun İslamcılık, vatanseverlik, ahlaki değerler ve toplumsal sorunlarla ilgili görüşlerini içeren geniş bir şiir külliyatıdır. "Safahat" serisinde yer alan bazı önemli eserler şunlardır:

"Süleymaniye Kürsüsünde": İslam dünyasının geri kalmışlığına karşı eleştiriler içerir.
"Fatih Kürsüsünde": Dini ve sosyal yozlaşmaya karşı çözüm önerileri sunar.
"Asım": Türk gençliğinin ideal ahlaki ve milli değerlerle nasıl yetişmesi gerektiğini anlatır.
"Çanakkale Şehitlerine": Türk askerinin fedakarlığını ve kahramanlığını destansı bir şekilde anlatır.
Mehmet Akif, Batı medeniyetini yakından tanıyan ancak Batılılaşmayı taklitçilik olarak gören bir aydındı. Ona göre, Batı’nın ilmini ve tekniğini almak gerekiyordu, ancak Batılılaşma adı altında milli ve dini kimlikten uzaklaşmak büyük bir yanlıştı. "Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı, Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı" dizeleriyle, dinin zamana uygun şekilde yorumlanması gerektiğini savundu.

Son Yılları ve Vefatı
Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasının ardından Mehmet Akif, Ankara hükümetinden umduğu İslamcı bir politika göremeyince büyük bir hayal kırıklığı yaşadı. 1925 yılında, Abbas Halim Paşa’nın davetiyle Mısır’a gitti ve burada uzun yıllar yaşadı. Kahire Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi. Ancak vatan hasreti ve yaşadığı maddi sıkıntılar onu derinden etkiledi. 1936 yılında sağlığı iyice bozulunca İstanbul’a döndü ve 27 Aralık 1936’da hayata gözlerini yumdu.
Resmi makamların ilgisizliğiyle gerçekleşen cenaze töreni, İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin büyük katılımıyla gerçekleşti ve Edirnekapı Mezarlığı’na defnedildi. O günkü sessizlik, yıllar sonra onun ne kadar büyük bir isim olduğunun daha iyi anlaşılmasıyla değişti.

Mehmet Akif’in Türk Kültüründeki Yeri
Mehmet Akif Ersoy, yalnızca bir şair değil, aynı zamanda bir dava adamı, fikir insanı ve toplumun vicdanı olarak kabul edilir. Onun eserleri ve düşünceleri, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinde, ahlaki gelişiminde ve kimlik inşasında büyük bir rol oynamıştır.

Bugün Mehmet Akif, İstiklal Marşı’nın şairi olarak resmî ve milli törenlerde anılmakla birlikte, eserleriyle de Türk milletinin kültürel ve manevi dünyasında önemli bir yere sahiptir. "Safahat" gibi eserleri, günümüz insanına hala dersler vermeye devam etmektedir.
 

Muhabir: Şevval GEÇİN